22 Ocak 2023 Pazar

"SESİN OLMADIĞI BİR KONUŞMA"

 



Ocak 2023’te “Ses İçin Şiir” kitabının önsözüne şu cümleyi yazmış Davut Yücel: “Çünkü okuyamadığımız bu şeydir artık şiir.” Buradaki okuyamamak derken kast ettiği şey, kendi şiirlerinin de zemini. Yani şiirin, bize sadece ses ile değil, görüntülerle, imajlarla, duraksamalarla, lekelerle de aktığının diğer bir ifadesi. Peki kitabın ismindeki “ses” ne o zaman? Bir ironi mi yoksa başka bir sesi mi aramamız gerekiyor?    

Kitapta şöyle bir kurulum yapılmış: Hollandalı Cees J Hamelink’e ait The People’s Communication Charter (Halk İletişim Sözleşmesi) isimli metin, parçalarına ayrılarak Avusturyalı şair Gerhard Rühm’ün um zwölf uhr ist es sommer isimli kitabındaki şiirlerin Almancalarının altına yapıştırılmış. Her sayfada bir şiir ve altında akan bir metin. Almanca şiirler, deneysel şiirin farklı bir türü olan ve somut şiir diye nitelendirilen bir yapısal kurulumun örnekleri. Yücel’in deyimi ile bu bir kolaj. Şu noktaya geliyoruz: Şiir artık bu kolajın içinden görmemiz gereken bir ruh. Seslendirmemiz gerekmiyor. Onu görerek algılamamız, okuyabildiğimiz yerlerdeki çağrışımları takip etmemiz gerek.


Kitabı daha iyi yorumlamak için, somut şiirin dünyadaki ve Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden sayılan Yüksel Pazarkaya’nın Somut Şiir kitabının 2017’deki sonsözüne odaklanmak istiyorum. Pazarkaya, bu kitabında hem somut şiir örnekleri veriyor hem de bu şiirin dünyadaki çıkışının analizini “içeriden” bir şair olarak yapıyor. Stuttgart Okulu diye anılan ve Max Bence tarafından temsil edilen somut şiir şu düzlemde bir poetika öneriyor:


"söz konusu poesie, öğelerinin, diyelim sözcüklerin ne semantik, ne de estetik anlamlarını alışılmış dümdüz ya da dilbilgisel sözdizimi kontekstiyle oluşturur, ama görsel ve düzeysel bağıntıları (konnexe) yansıtır. sözcüklerin bilinçteki art arda dizimi değildir bu tür poesie'nin temel yapısal ilkesi, ama algıdaki birliktelikleridir. söz ilk bakışta anlam taşıyıcısı eğilimiyle kullanılmaz, ancak en azından bunun yanı sıra malzemesel bir biçimleme öğesi olarak da kullanılır, ama anlamın ve biçimin birbirini karşılıklı koşullandırması ve ifade etmesiyle. Dilin estetik hallerini analitik ve sentetik olanaklarından bağımlı olarak ifade etmek için, elbette hece, ses, morfem ya da harflere parçalanmış olarak da görünebilir sözcüklerin, bu dilsel öğelerin bütün maddesel boyutlarının aynı zamanda kullanımı yoluyla semantik ve estetik işlevlerin eşzamanlılığı konur. bu anlamda ancak somut şiir – konkrete poesie - ilkesi, dilin maddesel zenginliğini ortaya çıkarır. İmlerden oluşan, iletilebilir, yani emisyona, algıya / persepsiyona ve kavrayışa apprsepsiyona tabidir, dolayısıyla somut şiirin - konkrete poesie - oluşturduğu, özel bir imdokusu için tipik olabilecek bir iletişim şemasına tabidir. somut şiir - konkrete poesie - kavramını genişletirsek, somut metinler - konkrete texte - tipografik ve görsel bağıntılarn sonucu, çoğun plakatif / afişsel metinlerin oldukça fazla yakınına gelir, demek, estetik iletişim şemaları isteyerek reklam-teknik şemaya uyar. böylece somut metinler çoğun reklam metinlerine benzer; merkezi/ ana im, çoğunlukla bir sözcük, polemik ya da beyancı bir işlev üstlenir. somut şiir – konkrete poesie - eğlendirmez. cazibe olanağına sahiptir, cazibeyse, yoğunluğun/ konsantre olmanın bir biçimidir, bu aynı ölçüde hem maddenin algılanmasına, hem de anlamın kavranmasına uzanan bir yoğunlaşmadır.

buna uygun olarak somut şiir - konkrete poesie - dilleri ayırmaz, tersine birleştirir, karıştırır. demek, somut şiirin ilk kez gerçek bir uluslararası şiir hareketi oluşturması, onun dilsel yönseminde yatmaktadır. güney ve kuzey amerika'da, almanya, fransa, italya, ingiltere, portekiz, danimarka, isveç, isviçre, çekoslovakya ve japonya'da bugün somut şiir – konkrete poesie - vardır ve tanınmış yazarlar da bu deneysel yazım tavrından geniş biçimde yararlanmaktadırlar.

stuttgart'taki bir serginin kataloğu olarak basılan bu ufak seçki, bu uluslararası yazın hareketinin belirgin bir görünümünü ortaya koymayı deniyor.

Japon yazarları, tipografik güçlükler yüzünden, bu baskıda dikkate alınmadılar. m. b." (1965)

Ses İçin Şiir de bu uluslararası yönü vurgularmışçasına Hollandalı bir kuramcı ile Avusturyalı bir şairin “işlerini” Türkçe zeminde sunuyor. Cümlelerin sayfa üzerinde akışına, Almanca yazılmış somut şiirlerin görsel algısı eşlik ediyor. Ve kitap bir sesi arıyor.

İşitsel Şiir

Yücel’in şiirlerini alıntıladığı şair Gerhard Rühm, Erhan Altan ile yaptığı bir söyleşide bu ifadeyi kullanıyor: “Her zaman için beni, sadece dille bir şey anlatmak değil dil içinden bir şey geliştirmek ilgilendirdi. Bunun nihai sonucu tabii ki katıksız bir işitsel şiir oldu.”

Almanca şiirlere biraz “göz” attığımızda bazı kelimelerin şiirler içerisinde tekrar ettiğini ve birbirleri ile uyumlu sesler çıkardıklarını fark edebiliyoruz. Rühm’ün işitsellik dediği şey bu. Fakat Türkçede biz, bu kitaptaki sesleri duymuyoruz. Görseller, bizi kitabın kapağında olduğu gibi, sessizce izliyor. Dolayısıyla görsel algımız, semantik bir anlam verememe içinde, çaresizce sayfanın alt tarafındaki Türkçe cümlelere kayıyor.

Klasik şiir algımız, üç algı ile aynı anda hareket etmek durumunda: görsel algı, semantik algı ve işitsel algı. Fakat bu kitapta kulağımızın duymadığı ve zihnimizin algılamadığı sayfalar çoğunlukta. O yüzden zihnimizi, bir şiir kitabına teslim eder gibi bu kitaba teslim edemiyoruz. Bir duraksama ve kesinti her sayfada bizimle birlikte. Ve tereddüt, acaba Almancalarına daha dikkatli bakmalı mıyım? Türkçe alıntılanan metnin, somut şiirlerle ne gibi bir ilgisi var?


Sayfaları hızla hareket ettirdiğimizde bir şeyleri yanlış okuduğumuz hissine de kapılıyoruz. Bazı yerlerde, Türkçe ifadeleri de okuyamıyoruz. Tam bir yabancılaşma ile karşı karşıya kaldığımız anlar oluyor. Sanki okuyabilseydik yabancı olmayacakmışız gibi! Türkçe ifadelere de bir müdahale söz konusu, bu ifadeler yazı ile oluşturulmamış. Yazıların görüntüleri ile oluşturulmuş. Dolayısıyla onları da okuyup okumama arasında seçim yapabiliriz. Sadece bakmamız da isteniyor olabilir. Sanki yazı ile oluşturulsaydı bir görüntü olmayacakmış gibi!

Kolaj- şiir ile gerilim geliştirdiğimiz anlar oluyor. Ses çıkaramıyoruz adeta. Çok iyi bir kurulum bu. O yüzden “Ses İçin”. Daha doğrusu şiirin alışkın olduğumuz bir türde sesi değil, “karanlık bir yerde”ki sesi aramamızı isteyen bir deney.

  
   

28 Nisan 2022 Perşembe

Eleştiri : Şiir 2020, 1958’den (1)

 

Eleştiri : Şiir 2020, 1958’den (1)

Dergilerin, birbirleriyle kendi anlayışlarını, kendi tutumlarını, savunmak beğendirmek konusunda tartışmaları hiç de kötü bir şey değil. Bir bakıma bu tartışmalardır sanat hayatını canlı tutan. Ama bu tartışmaların, hiç değilse en az bir saygı, birbirini anlama niyeti, bir çeşit hoşgörü içinde yapılması, sürdürülmesi gerekmez mi? Biz galiba en çok bunlardan yoksunuz. Birbirimizde hep birtakım küçük hesaplar kuruntuluyoruz da ondan mı acaba?”

Pazar Postası, 1958, Turgut Uyar

Turgut Uyar’ın bu cümleleri söylediği tarih, 1958. Bugüne kadar değişen ne oldu diye baktığımızda, pek değişen bir şey olduğunu göremiyoruz. Uyar, şimdiden o günlere baktığımızda, yazdığı dergilerde en tenha yerlerde çıkan dergileri dahi takip eden, değerlendirmeye çalışan bir yazar profili ortaya koyuyor. Bu yazar profilinin bugün değiştiği tespitini rahatlıkla yapabiliriz. Uyar, “küçük hesaplar kuruntuluyoruz” ve “hoşgörü” derken bu “bağlantısızlığın” temeline kötü niyeti yerleştiriyor. Bu tartışmayı güncellediğimizde temele yerleştirmemiz gereken tespit, yazar profilinin değişmesi veya  kötü niyet değil de “insan tipinin değişmesi” olmalı. İnsanla birlikte eleştirmen tipi de değişti. Artık karşımızda kitap okuyan değil, kitap paylaşan; eleştiri yazısı değil görüş açıklayan; roman okuyan değil dizi (?) izleyen; eleştiri yazmayı ve şiir çalışmayı değil tavır almayı ve çeteleşmeyi seçen vs. eleştirmen modeli var. Daha doğrusu onca dergide yazan bir sürü yazarın ısrarla şiir hakkında gevezelik üreten metinleri var. Eskiden bu işler böyle kolay değildi. Haliyle seviye bugünkü gibi aşağılarda olmadı.

*

2020 yılı içinde Şiir Versus dergisi, Kaygusuz dergisi ve Natama dergisinin değini bölümlerini, yazılan güncel şiire temas etme, başkalarının konfor alanına girme, kendi gibi düşünmeyenlerin metinleri hakkında konuşma bakımından işaret etmeliyiz. Fakat bu değiniler oldukça sorunlu. Karşınızda bir şiir kitabı, bir dergi ya da eleştireceğiniz bir metin varsa, buna dair kapsamlı bir çalışma yapmanız, hangi noktalara katılıp hangi noktalara katılmadığınızı ayrıntılarıyla ele almanız gerekir. Değinip geçmeler, ne yazık ki değmeye dönüşemiyor. İyi niyetle yazılsalar da, birbirine temas etmeyen dergilerdeki yazarların birbirleriyle tartışma alanı oluşturmasını isteseler de (bundan emin değilim) buna katkı sağlamaya değil; tam aksine bu teması baştan yok etmeye sebep oluyorlar. Hiçbir şair kendisine değinilip geçilmesini istemez. Birilerinin yazdığı şiirlere “değmesini” ister.  Bu hataları vaktiyle yapmış birisi olarak yazarları ve kendimi bunun üzerine bir kere daha düşünmeye davet ediyorum.

2020’de, Şiir Versus 3 sayı yayım yaptı, Kaygusuz 4 sayı, Natama ise 3 sayı. Bu dergilerdeki eleştiri yazılarını ikiye ayırıyorum. Birinci tür yazılar, şiirin kendi değeri ile ilgili birimleri tespit etmek, araştırmak için şiir tarihine odaklananlar; ikincisi ise günümüzde bunun neye karşılık geldiğini sorunsallaştıran, yaşayan şiir üzerine yazılan yazılar. Yahya Kemal üzerine, Metin Eloğlu üzerine, Ezra Pound üzerine incelemeler yapıyor Şiir Versus ya da Kaygusuz dergisi Walt Whitman ile ilgili bir inceleme yayımlıyor. Elbette çok güzel hareketler bunlar. Fakat bir tematik program halinde olsa, rastgele çevrilmiş izleniminden de kurtulurlar. Mesela Amerikan şiiri hakkında bu tür 3 ya da 4 yazı okusak aynı sayıda ya da kadın yazını üzerine bir eleştiri serisi olsa. Bir sayı Pound, öbür sayı Adrienne Rich olmasına tercih ederdim.

*

Bir başka dikkat çeken nokta da hakkında eleştiri yazısı yazılan yazarların bu tür yazılara cevap verme gereği duymamaları. Ya da verememeleri mi demeli? Bunlar sadece aklımda kalanlar.

 

Yazar

Eleştirdiği Kişi

Eleştirdiği Yer

Cevap

Attiâ İlhan

İlhan Berk, Cemal Süreya

Dost Dergisi

Cemal Süreya tarafından, Pazar Postası

Fethi Naci

Asım Bezirci

Papirüs Dergisi

(İkinci Yeni Olayı kitabı içerisinde, s.127)

Hayriye Ünal

Ahmet Güntan

Karagöz Dergisi

Yok

Ümit Güçlü

Utku Özmakas

Başka Dünyalar Dergisi

Yok


Liman Mehmetcihat

Hakan Arslanbenzer

Japonya Dergisi

Yok

15 Ocak 2021 Cuma

SEN NE ANLARSIN ŞİİRDEN MASASI

 

Eleştirinin, insan ilişkileriyle şekillenmesine yabancı değiliz aslında. Eleştirmensinizdir, kendinizi belli bir konumda görüyorsunuzdur ve iddia sahibisinizdir. Kendi arkadaşınızın kitabını, kendi kuşağınızı, kendi çevrenizi göklere çıkarmanız an meselesidir. Ama nesnellik denen çuvalı üzerinize elbise diye giymeye kalktığınız anda, üstelik bu giysinin üzerinizde olmasını vurguluyorsanız, o zaman çevrenizle ne kadar “mesafe” bıraktığınız edebiyat ortamı denilen alana dahil olur, tartışmaya açılır. Birisi çıkıp, ben bir masa kurdum ve bu masadan sesleniyorum dediği andan itibaren, eleştiri, bize o masaya tekme atma hakkını verir. Üstelik masada iki eleştirmen varsa. Hakan Şarkdemir ve Hayriye Ünal’dan bahsediyorum. Hece dergisinin 261. sayısında gerçekleşen bir konuşmadan. Konuşmanın katılımcıları arasında genç yazarlar da var. Çeşitli sorular Hakan Şarkdemir’in “Poetik Hikem” adlı kitabı dolayısıyla yazara yönlendiriliyor. Yer yer tek taraflı gerçekleşen konuşmayı, içinde bulunduğumuzu düşündüğümüz edebi kamu adına sorunsallaştıralım.

Bir şairin çıkıp, kendi kuşağının iyi yazarlarını övmesi ya da kendi şiir anlayışından uzun uzun bahsetmesi değil konumuz. Konumuz, yazarın, tüm bunları söylerken kendisini nasıl bir konuma yerleştirdiği ve kendi çelişkileri. Eleştirinin azlığından her seferinde yakınmayı geçtim, bu tür söyleşilerin doğuracağı düşünme pratiklerinin verimlerini arıyorum. Daha önce Hakan Şarkdemir’in yaptığı parodileri de incelemiş birisi olarak, buna fazlasıyla hakkım var.

Şarkdemir, bahse konu olan söyleşide, konuşması boyunca sürekli genç kuşak, genç kuşak deyip bu kuşakla ilgili tespitler yapmaya çalışıyor. Ne kadar güzel bir niyet. Fakat siz, bahsettiğiniz kuşağın çıkardığı dergileri sıralayıp, şu şu şu dergilerden umudum var, buralardan bir şeyler çıkabilir diyorsanız, o zaman sorarlar. Bu kuşağın çıkardığı en özgün dergilerden biri olan Hacı Şair dergisini, Japonya dergisini okuduğunuz halde neden hiç bahsetmiyorsunuz? Bu dergilerin ortaya koyduğu şiirleri ve eleştiri düzlemini hiçe sayarak, görmeyerek, üzerine beton dökerek, bir sonraki sayfada Yasakmeyve dergisinin çıkardığı bir eke dahil olmadığınızdan şikayet ediyorsunuz?

Söyleşi boyunca Şarkdemir’in ismini andığı dergilerden birisi Assolist dergisi. Şarkdemir’in bu dergide bulduğu parodilere diyecek bir şeyimiz yok. Kalkıp neden bu takımı alkışlıyorsun diyemeyiz. Ama siz bir önceki sayfada etrafınıza topladığınız üç beş gence “bence sizin de tutmanız gereken yol abi, baba üzerinden çizilmiş bir yol olmamalı” diyeceksiniz. Ardından Ahmet Güntan’ın bu dergiye yaptığı aleni bir abiliği görmezden gelip, bu dergiye alkış tutacaksınız. Üstelik Karagöz adlı dergiyi çıkarırken şiirlerini yayımladığınız şairlere de abilik yapıp yapmadığınız soru işaretiyken. Assolist dergisi bağlamında konuşursak, Şarkdemir’in bu dergide şairlere yapılan aleni küfürleri, parodi olarak okuyup okumayacağını da kendisinden duymak isterdim. Şarkdemir’in bu dergiyi göklere çıkarışındaki motivasyonu, aynı dergide İsmail Kılıçarslan’a edilen küfürler karşısında neden devreye girmiyor acaba? Orada edilen küfürlerin onda biri kendi arkadaş çevresine yapılsaydı, acaba bu tür çıkışları gerçekleştirebilir miydi?

Başka bir yerde şöyle diyor, ki konuşmanın burası ipin koptuğu yer. Hayali bir kürsüde kendisini otorite zanneden birinin, aşağıda kalan dinleyicilere karşı iktidar arzusu içeren konuşmasına tanıklık ediyoruz. Nerede görülmüş böyle bir masa, iktidar, otorite? Siz kendinizi buranın sahipleri mi zannediyorsunuz? Seçilmiş insanlar, seçilmiş otoriteler misiniz?

“Mesela Ahmet Güntan şiirden anlamıyor diyorsa bir adam için, o şiirden anlamıyordur. Osman Özbahçe, Hayriye Ünal, Serkan Işın, Hakan Arslanbenzer anlamıyor diyorsa -değil mi- anlamıyordur.”

Burada bahsi geçen yazarları değil, Şarkdemir’in fazlasıyla çelişkili ve otoriter düşüncelerini inceliyorum. Bu nedir? Ben anlamakta zorluk çekiyorum. Rakı masasında verilen ödüller gibi bir masa mı bu? Yani bahsettiği isimler bir masaya otursalar, bir ülkede şiir yazan herkese icazet mi dağıtacaklar? Bu isimlerin dışında kalanlara da burada gizli bir “siz şiirden anlamıyorsunuz” söylemi yok mu? Başka bir masa Şarkdemir’e “Sen şiirden anlamıyorsun” dediğinde yazar acaba hangi adalet anlayışına başvuracak? Tarih, zaman, eş dost, parodi, Türkiye Yazarlar Birliği’nde bir konuşma, başka bir röportajında yok sayılma söylemleri, hangisi?

Söyleşiye dahil olan Hayriye Ünal’ın bir yerde sorduğu, Şarkdemir’in de çok sevdiği “abisiz” bir ortam olan, Dünyadan Çıkış Yolları dergisi hakkında, soruyu başka bir zemine kaydırmasını da anlamış değilim. Ünal’ın şiirdeki ve eleştirideki adalet arayışına, Şarkdemir malesef fazlasıyla kaçak bir yanıt verip konuyu değiştirmiş. Dergide yer yer sözü geçen 2010 kuşağı tartışılmaya başlandığı anda, bunun en önemli ve en nitelikli merkezlerinden biri Dünyadan Çıkış Yolları’dır. Ne yapsaydık? Sizin bu çarpık adalet anlayışınızla yan yana mı olsaydık? Sizin otoritenizi tanımıyoruz. Kabul etmiyoruz. Siz hayatınız boyunca bizim yazdığımız şeylere karşı gözünüzü kapatıp, uyduruk ikinci el malzemelerle devam edin. Sizin şiir ahlakı ile en ufak bir ilişkiniz yok. Sizin, kuşağınızdaki arkadaşlarınızın otorite ile ilişkisine dair en ufak bir cümleniz oldu mu bugüne kadar? Etrafınıza üç kişiyi alınca kendinizi şeyh zannetmeyin. Sizin (?) kendinizi edebiyat tarihinde konumlandırmaya çalıştığınız “sipariş edilmiş” bir alan var. Bu alana istediğiniz kadar harç taşıyın bir barakanız dahi yok. Üst üste koymaya çalıştığınız bütün tuğlalar en ufak bir esintiyle dağılıyor. Çamurun içindesiniz. O çamurun içinden bize İsmet Özel pazarlayıp durmayın. İsmet Özel’in durduğu yer ile sizin durduğunuzu zannettiğiniz yer arasında cennet ve cehennem farkından daha büyük bir fark var.

Şarkdemir, hepimizin gözünün içine bakarak bize şunu söylesin, bir dergide aleni bir şekilde kendisine küfür edilseydi, o dergideki şiir verimlerini söz konusu edebilir miydi? Biz, eleştiriye şiire emek harcayacağız, bütün imkanlarımızı sonuna kadar zorlayacağız, adamın biri çıkıp ana avrat küfür etmek dışında hiçbir şey üretemeyen bir dergiyi göklere çıkaracak? Dergi çıkaranlar, eleştirmenler, şairler şimdi konuşmayacaksanız ne zaman konuşacaksınız? Size küfür edilince mi? Bütün bunlar ortadayken, hala bu tarz, etrafına adam toplamaya çalışan insanlardan bir söz beklemek, genç arkadaşlarımız adına utanç verici bir ahlaksızlık değil de nedir?