suç şiir
15 Aralık 2024 Pazar
22 Ocak 2023 Pazar
"SESİN OLMADIĞI BİR KONUŞMA"
Ocak
2023’te “Ses İçin Şiir” kitabının önsözüne şu cümleyi yazmış Davut Yücel:
“Çünkü okuyamadığımız bu şeydir artık şiir.” Buradaki okuyamamak derken kast
ettiği şey, kendi şiirlerinin de zemini. Yani şiirin, bize sadece ses ile
değil, görüntülerle, imajlarla, duraksamalarla, lekelerle de aktığının diğer
bir ifadesi. Peki kitabın ismindeki “ses” ne o zaman? Bir ironi mi yoksa başka
bir sesi mi aramamız gerekiyor?
Kitapta şöyle bir kurulum yapılmış: Hollandalı Cees J Hamelink’e ait The People’s Communication Charter (Halk İletişim Sözleşmesi) isimli metin, parçalarına ayrılarak Avusturyalı şair Gerhard Rühm’ün um zwölf uhr ist es sommer isimli kitabındaki şiirlerin Almancalarının altına yapıştırılmış. Her sayfada bir şiir ve altında akan bir metin. Almanca şiirler, deneysel şiirin farklı bir türü olan ve somut şiir diye nitelendirilen bir yapısal kurulumun örnekleri. Yücel’in deyimi ile bu bir kolaj. Şu noktaya geliyoruz: Şiir artık bu kolajın içinden görmemiz gereken bir ruh. Seslendirmemiz gerekmiyor. Onu görerek algılamamız, okuyabildiğimiz yerlerdeki çağrışımları takip etmemiz gerek.
Kitabı
daha iyi yorumlamak için, somut şiirin dünyadaki ve Türkiye’deki en önemli
temsilcilerinden sayılan Yüksel Pazarkaya’nın Somut Şiir kitabının
2017’deki sonsözüne odaklanmak istiyorum. Pazarkaya, bu kitabında hem somut
şiir örnekleri veriyor hem de bu şiirin dünyadaki çıkışının analizini
“içeriden” bir şair olarak yapıyor. Stuttgart Okulu diye anılan ve Max Bence
tarafından temsil edilen somut şiir şu düzlemde bir poetika öneriyor:
"söz konusu poesie, öğelerinin, diyelim sözcüklerin ne semantik, ne de estetik anlamlarını alışılmış dümdüz ya da dilbilgisel sözdizimi kontekstiyle oluşturur, ama görsel ve düzeysel bağıntıları (konnexe) yansıtır. sözcüklerin bilinçteki art arda dizimi değildir bu tür poesie'nin temel yapısal ilkesi, ama algıdaki birliktelikleridir. söz ilk bakışta anlam taşıyıcısı eğilimiyle kullanılmaz, ancak en azından bunun yanı sıra malzemesel bir biçimleme öğesi olarak da kullanılır, ama anlamın ve biçimin birbirini karşılıklı koşullandırması ve ifade etmesiyle. Dilin estetik hallerini analitik ve sentetik olanaklarından bağımlı olarak ifade etmek için, elbette hece, ses, morfem ya da harflere parçalanmış olarak da görünebilir sözcüklerin, bu dilsel öğelerin bütün maddesel boyutlarının aynı zamanda kullanımı yoluyla semantik ve estetik işlevlerin eşzamanlılığı konur. bu anlamda ancak somut şiir – konkrete poesie - ilkesi, dilin maddesel zenginliğini ortaya çıkarır. İmlerden oluşan, iletilebilir, yani emisyona, algıya / persepsiyona ve kavrayışa apprsepsiyona tabidir, dolayısıyla somut şiirin - konkrete poesie - oluşturduğu, özel bir imdokusu için tipik olabilecek bir iletişim şemasına tabidir. somut şiir - konkrete poesie - kavramını genişletirsek, somut metinler - konkrete texte - tipografik ve görsel bağıntılarn sonucu, çoğun plakatif / afişsel metinlerin oldukça fazla yakınına gelir, demek, estetik iletişim şemaları isteyerek reklam-teknik şemaya uyar. böylece somut metinler çoğun reklam metinlerine benzer; merkezi/ ana im, çoğunlukla bir sözcük, polemik ya da beyancı bir işlev üstlenir. somut şiir – konkrete poesie - eğlendirmez. cazibe olanağına sahiptir, cazibeyse, yoğunluğun/ konsantre olmanın bir biçimidir, bu aynı ölçüde hem maddenin algılanmasına, hem de anlamın kavranmasına uzanan bir yoğunlaşmadır.
buna uygun olarak somut şiir - konkrete poesie - dilleri ayırmaz, tersine birleştirir, karıştırır. demek, somut şiirin ilk kez gerçek bir uluslararası şiir hareketi oluşturması, onun dilsel yönseminde yatmaktadır. güney ve kuzey amerika'da, almanya, fransa, italya, ingiltere, portekiz, danimarka, isveç, isviçre, çekoslovakya ve japonya'da bugün somut şiir – konkrete poesie - vardır ve tanınmış yazarlar da bu deneysel yazım tavrından geniş biçimde yararlanmaktadırlar.
stuttgart'taki bir serginin kataloğu olarak basılan bu ufak seçki, bu uluslararası yazın hareketinin belirgin bir görünümünü ortaya koymayı deniyor.
Japon yazarları, tipografik güçlükler yüzünden, bu baskıda dikkate alınmadılar. m. b." (1965)
Ses İçin Şiir de bu
uluslararası yönü vurgularmışçasına Hollandalı bir kuramcı ile Avusturyalı bir
şairin “işlerini” Türkçe zeminde sunuyor. Cümlelerin sayfa üzerinde akışına,
Almanca yazılmış somut şiirlerin görsel algısı eşlik ediyor. Ve kitap bir sesi
arıyor.
İşitsel Şiir
Yücel’in şiirlerini alıntıladığı
şair Gerhard Rühm, Erhan Altan ile yaptığı bir söyleşide bu ifadeyi kullanıyor:
“Her zaman için beni, sadece dille bir şey anlatmak değil dil içinden bir şey
geliştirmek ilgilendirdi. Bunun nihai sonucu tabii ki katıksız bir işitsel şiir
oldu.”
Almanca şiirlere biraz “göz”
attığımızda bazı kelimelerin şiirler içerisinde tekrar ettiğini ve birbirleri
ile uyumlu sesler çıkardıklarını fark edebiliyoruz. Rühm’ün işitsellik dediği
şey bu. Fakat Türkçede biz, bu kitaptaki sesleri duymuyoruz. Görseller, bizi kitabın
kapağında olduğu gibi, sessizce izliyor. Dolayısıyla görsel algımız, semantik
bir anlam verememe içinde, çaresizce sayfanın alt tarafındaki Türkçe cümlelere
kayıyor.
Klasik şiir algımız, üç algı ile aynı anda hareket etmek durumunda: görsel algı, semantik algı ve işitsel algı. Fakat bu kitapta kulağımızın duymadığı ve zihnimizin algılamadığı sayfalar çoğunlukta. O yüzden zihnimizi, bir şiir kitabına teslim eder gibi bu kitaba teslim edemiyoruz. Bir duraksama ve kesinti her sayfada bizimle birlikte. Ve tereddüt, acaba Almancalarına daha dikkatli bakmalı mıyım? Türkçe alıntılanan metnin, somut şiirlerle ne gibi bir ilgisi var?
Sayfaları hızla hareket
ettirdiğimizde bir şeyleri yanlış okuduğumuz hissine de kapılıyoruz. Bazı
yerlerde, Türkçe ifadeleri de okuyamıyoruz. Tam bir yabancılaşma ile karşı
karşıya kaldığımız anlar oluyor. Sanki okuyabilseydik yabancı olmayacakmışız
gibi! Türkçe ifadelere de bir müdahale söz konusu, bu ifadeler yazı ile
oluşturulmamış. Yazıların görüntüleri ile oluşturulmuş. Dolayısıyla onları da
okuyup okumama arasında seçim yapabiliriz. Sadece bakmamız da isteniyor
olabilir. Sanki yazı ile oluşturulsaydı bir görüntü olmayacakmış gibi!
Kolaj- şiir ile gerilim geliştirdiğimiz anlar oluyor. Ses çıkaramıyoruz adeta. Çok iyi bir kurulum bu. O yüzden “Ses İçin”. Daha doğrusu şiirin alışkın olduğumuz bir türde sesi değil, “karanlık bir yerde”ki sesi aramamızı isteyen bir deney.
18 Mayıs 2022 Çarşamba
28 Nisan 2022 Perşembe
Eleştiri : Şiir 2020, 1958’den (1)
Eleştiri : Şiir 2020, 1958’den (1)
“Dergilerin, birbirleriyle kendi
anlayışlarını, kendi tutumlarını, savunmak beğendirmek konusunda tartışmaları
hiç de kötü bir şey değil. Bir bakıma bu tartışmalardır sanat hayatını canlı
tutan. Ama bu tartışmaların, hiç değilse en az bir saygı, birbirini anlama
niyeti, bir çeşit hoşgörü içinde yapılması, sürdürülmesi gerekmez mi? Biz
galiba en çok bunlardan yoksunuz. Birbirimizde hep birtakım küçük hesaplar
kuruntuluyoruz da ondan mı acaba?”
Pazar Postası, 1958, Turgut Uyar
Turgut
Uyar’ın bu cümleleri söylediği tarih, 1958. Bugüne kadar değişen ne oldu diye
baktığımızda, pek değişen bir şey olduğunu göremiyoruz. Uyar, şimdiden o
günlere baktığımızda, yazdığı dergilerde en tenha yerlerde çıkan dergileri dahi
takip eden, değerlendirmeye çalışan bir yazar profili ortaya koyuyor. Bu yazar
profilinin bugün değiştiği tespitini rahatlıkla yapabiliriz. Uyar, “küçük
hesaplar kuruntuluyoruz” ve “hoşgörü” derken bu “bağlantısızlığın” temeline
kötü niyeti yerleştiriyor. Bu tartışmayı güncellediğimizde temele yerleştirmemiz
gereken tespit, yazar profilinin değişmesi veya kötü niyet değil de “insan tipinin değişmesi” olmalı.
İnsanla birlikte eleştirmen tipi de değişti. Artık karşımızda kitap okuyan
değil, kitap paylaşan; eleştiri yazısı değil görüş açıklayan; roman okuyan
değil dizi (?) izleyen; eleştiri yazmayı ve şiir çalışmayı değil tavır almayı
ve çeteleşmeyi seçen vs. eleştirmen modeli var. Daha doğrusu onca dergide yazan
bir sürü yazarın ısrarla şiir hakkında gevezelik üreten metinleri var. Eskiden
bu işler böyle kolay değildi. Haliyle seviye bugünkü gibi aşağılarda olmadı.
*
2020
yılı içinde Şiir Versus dergisi, Kaygusuz dergisi ve Natama dergisinin değini
bölümlerini, yazılan güncel şiire temas etme, başkalarının konfor alanına
girme, kendi gibi düşünmeyenlerin metinleri hakkında konuşma bakımından işaret
etmeliyiz. Fakat bu değiniler oldukça sorunlu. Karşınızda bir şiir kitabı, bir
dergi ya da eleştireceğiniz bir metin varsa, buna dair kapsamlı bir çalışma
yapmanız, hangi noktalara katılıp hangi noktalara katılmadığınızı
ayrıntılarıyla ele almanız gerekir. Değinip geçmeler, ne yazık ki değmeye
dönüşemiyor. İyi niyetle yazılsalar da, birbirine temas etmeyen dergilerdeki
yazarların birbirleriyle tartışma alanı oluşturmasını isteseler de (bundan emin
değilim) buna katkı sağlamaya değil; tam aksine bu teması baştan yok etmeye
sebep oluyorlar. Hiçbir şair kendisine değinilip geçilmesini istemez.
Birilerinin yazdığı şiirlere “değmesini” ister.
Bu hataları vaktiyle yapmış birisi olarak yazarları ve kendimi bunun üzerine
bir kere daha düşünmeye davet ediyorum.
2020’de,
Şiir Versus 3 sayı yayım yaptı, Kaygusuz 4 sayı, Natama ise 3 sayı. Bu
dergilerdeki eleştiri yazılarını ikiye ayırıyorum. Birinci tür yazılar, şiirin
kendi değeri ile ilgili birimleri tespit etmek, araştırmak için şiir tarihine
odaklananlar; ikincisi ise günümüzde bunun neye karşılık geldiğini
sorunsallaştıran, yaşayan şiir üzerine yazılan yazılar. Yahya Kemal üzerine,
Metin Eloğlu üzerine, Ezra Pound üzerine incelemeler yapıyor Şiir Versus ya da
Kaygusuz dergisi Walt Whitman ile ilgili bir inceleme yayımlıyor. Elbette çok
güzel hareketler bunlar. Fakat bir tematik program halinde olsa, rastgele çevrilmiş
izleniminden de kurtulurlar. Mesela Amerikan şiiri hakkında bu tür 3 ya da 4
yazı okusak aynı sayıda ya da kadın yazını üzerine bir eleştiri serisi olsa.
Bir sayı Pound, öbür sayı Adrienne Rich olmasına tercih ederdim.
*
Bir başka dikkat çeken nokta da hakkında eleştiri yazısı
yazılan yazarların bu tür yazılara cevap verme gereği duymamaları. Ya da verememeleri
mi demeli? Bunlar sadece aklımda kalanlar.
Yazar |
Eleştirdiği
Kişi |
Eleştirdiği
Yer |
Cevap |
Attiâ İlhan |
İlhan Berk,
Cemal Süreya |
Dost Dergisi |
Cemal Süreya
tarafından, Pazar Postası |
Fethi Naci |
Asım Bezirci |
Papirüs
Dergisi |
(İkinci Yeni Olayı kitabı içerisinde, s.127) |
Hayriye Ünal |
Ahmet Güntan |
Karagöz
Dergisi |
Yok |
Ümit Güçlü |
Utku Özmakas |
Başka
Dünyalar Dergisi |
Yok |
|
Hakan
Arslanbenzer |
Japonya
Dergisi |
Yok |
15 Ocak 2021 Cuma
SEN NE ANLARSIN ŞİİRDEN MASASI
Eleştirinin,
insan ilişkileriyle şekillenmesine yabancı değiliz aslında. Eleştirmensinizdir,
kendinizi belli bir konumda görüyorsunuzdur ve iddia sahibisinizdir. Kendi
arkadaşınızın kitabını, kendi kuşağınızı, kendi çevrenizi göklere çıkarmanız an
meselesidir. Ama nesnellik denen çuvalı üzerinize elbise diye giymeye
kalktığınız anda, üstelik bu giysinin üzerinizde olmasını vurguluyorsanız, o
zaman çevrenizle ne kadar “mesafe” bıraktığınız edebiyat ortamı denilen alana
dahil olur, tartışmaya açılır. Birisi çıkıp, ben bir masa kurdum ve bu masadan
sesleniyorum dediği andan itibaren, eleştiri, bize o masaya tekme atma hakkını
verir. Üstelik masada iki eleştirmen varsa. Hakan Şarkdemir ve Hayriye Ünal’dan
bahsediyorum. Hece dergisinin 261.
sayısında gerçekleşen bir konuşmadan. Konuşmanın katılımcıları arasında genç
yazarlar da var. Çeşitli sorular Hakan Şarkdemir’in “Poetik Hikem” adlı kitabı dolayısıyla yazara yönlendiriliyor. Yer
yer tek taraflı gerçekleşen konuşmayı, içinde bulunduğumuzu düşündüğümüz edebi
kamu adına sorunsallaştıralım.
Bir
şairin çıkıp, kendi kuşağının iyi yazarlarını övmesi ya da kendi şiir
anlayışından uzun uzun bahsetmesi değil konumuz. Konumuz, yazarın, tüm bunları
söylerken kendisini nasıl bir konuma yerleştirdiği ve kendi çelişkileri. Eleştirinin
azlığından her seferinde yakınmayı geçtim, bu tür söyleşilerin doğuracağı
düşünme pratiklerinin verimlerini arıyorum. Daha önce Hakan Şarkdemir’in
yaptığı parodileri de incelemiş birisi olarak, buna fazlasıyla hakkım var.
Şarkdemir,
bahse konu olan söyleşide, konuşması boyunca sürekli genç kuşak, genç kuşak
deyip bu kuşakla ilgili tespitler yapmaya çalışıyor. Ne kadar güzel bir niyet.
Fakat siz, bahsettiğiniz kuşağın çıkardığı dergileri sıralayıp, şu şu şu
dergilerden umudum var, buralardan bir şeyler çıkabilir diyorsanız, o zaman
sorarlar. Bu kuşağın çıkardığı en özgün dergilerden biri olan Hacı Şair
dergisini, Japonya dergisini okuduğunuz halde neden hiç bahsetmiyorsunuz? Bu
dergilerin ortaya koyduğu şiirleri ve eleştiri düzlemini hiçe sayarak, görmeyerek,
üzerine beton dökerek, bir sonraki sayfada Yasakmeyve dergisinin çıkardığı bir
eke dahil olmadığınızdan şikayet ediyorsunuz?
Söyleşi
boyunca Şarkdemir’in ismini andığı dergilerden birisi Assolist dergisi.
Şarkdemir’in bu dergide bulduğu parodilere diyecek bir şeyimiz yok. Kalkıp
neden bu takımı alkışlıyorsun diyemeyiz. Ama siz bir önceki sayfada etrafınıza
topladığınız üç beş gence “bence sizin de tutmanız gereken yol abi, baba
üzerinden çizilmiş bir yol olmamalı” diyeceksiniz. Ardından Ahmet Güntan’ın bu
dergiye yaptığı aleni bir abiliği görmezden gelip, bu dergiye alkış
tutacaksınız. Üstelik Karagöz adlı dergiyi çıkarırken şiirlerini yayımladığınız
şairlere de abilik yapıp yapmadığınız soru işaretiyken. Assolist dergisi
bağlamında konuşursak, Şarkdemir’in bu dergide şairlere yapılan aleni
küfürleri, parodi olarak okuyup okumayacağını da kendisinden duymak isterdim.
Şarkdemir’in bu dergiyi göklere çıkarışındaki motivasyonu, aynı dergide İsmail
Kılıçarslan’a edilen küfürler karşısında neden devreye girmiyor acaba? Orada
edilen küfürlerin onda biri kendi arkadaş çevresine yapılsaydı, acaba bu tür
çıkışları gerçekleştirebilir miydi?
Başka
bir yerde şöyle diyor, ki konuşmanın burası ipin koptuğu yer. Hayali bir
kürsüde kendisini otorite zanneden birinin, aşağıda kalan dinleyicilere karşı
iktidar arzusu içeren konuşmasına tanıklık ediyoruz. Nerede görülmüş böyle bir
masa, iktidar, otorite? Siz kendinizi buranın sahipleri mi zannediyorsunuz?
Seçilmiş insanlar, seçilmiş otoriteler misiniz?
“Mesela
Ahmet Güntan şiirden anlamıyor diyorsa bir adam için, o şiirden anlamıyordur.
Osman Özbahçe, Hayriye Ünal, Serkan Işın, Hakan Arslanbenzer anlamıyor diyorsa
-değil mi- anlamıyordur.”
Burada
bahsi geçen yazarları değil, Şarkdemir’in fazlasıyla çelişkili ve otoriter
düşüncelerini inceliyorum. Bu nedir? Ben anlamakta zorluk çekiyorum. Rakı
masasında verilen ödüller gibi bir masa mı bu? Yani bahsettiği isimler bir
masaya otursalar, bir ülkede şiir yazan herkese icazet mi dağıtacaklar? Bu
isimlerin dışında kalanlara da burada gizli bir “siz şiirden anlamıyorsunuz”
söylemi yok mu? Başka bir masa Şarkdemir’e “Sen şiirden anlamıyorsun” dediğinde
yazar acaba hangi adalet anlayışına başvuracak? Tarih, zaman, eş dost, parodi,
Türkiye Yazarlar Birliği’nde bir konuşma, başka bir röportajında yok sayılma
söylemleri, hangisi?
Söyleşiye
dahil olan Hayriye Ünal’ın bir yerde sorduğu, Şarkdemir’in de çok sevdiği
“abisiz” bir ortam olan, Dünyadan Çıkış Yolları dergisi hakkında, soruyu başka
bir zemine kaydırmasını da anlamış değilim. Ünal’ın şiirdeki ve eleştirideki
adalet arayışına, Şarkdemir malesef fazlasıyla kaçak bir yanıt verip konuyu
değiştirmiş. Dergide yer yer sözü geçen 2010 kuşağı tartışılmaya başlandığı
anda, bunun en önemli ve en nitelikli merkezlerinden biri Dünyadan Çıkış
Yolları’dır. Ne yapsaydık? Sizin bu çarpık adalet anlayışınızla yan yana mı
olsaydık? Sizin otoritenizi tanımıyoruz. Kabul etmiyoruz. Siz hayatınız boyunca
bizim yazdığımız şeylere karşı gözünüzü kapatıp, uyduruk ikinci el malzemelerle
devam edin. Sizin şiir ahlakı ile en ufak bir ilişkiniz yok. Sizin,
kuşağınızdaki arkadaşlarınızın otorite ile ilişkisine dair en ufak bir cümleniz
oldu mu bugüne kadar? Etrafınıza üç kişiyi alınca kendinizi şeyh zannetmeyin.
Sizin (?) kendinizi edebiyat tarihinde konumlandırmaya çalıştığınız “sipariş
edilmiş” bir alan var. Bu alana istediğiniz kadar harç taşıyın bir barakanız
dahi yok. Üst üste koymaya çalıştığınız bütün tuğlalar en ufak bir esintiyle
dağılıyor. Çamurun içindesiniz. O çamurun içinden bize İsmet Özel pazarlayıp
durmayın. İsmet Özel’in durduğu yer ile sizin durduğunuzu zannettiğiniz yer
arasında cennet ve cehennem farkından daha büyük bir fark var.
Şarkdemir,
hepimizin gözünün içine bakarak bize şunu söylesin, bir dergide aleni bir
şekilde kendisine küfür edilseydi, o dergideki şiir verimlerini söz konusu
edebilir miydi? Biz, eleştiriye şiire emek harcayacağız, bütün imkanlarımızı
sonuna kadar zorlayacağız, adamın biri çıkıp ana avrat küfür etmek dışında
hiçbir şey üretemeyen bir dergiyi göklere çıkaracak? Dergi çıkaranlar,
eleştirmenler, şairler şimdi konuşmayacaksanız ne zaman konuşacaksınız? Size
küfür edilince mi? Bütün bunlar ortadayken, hala bu tarz, etrafına adam
toplamaya çalışan insanlardan bir söz beklemek, genç arkadaşlarımız adına utanç
verici bir ahlaksızlık değil de nedir?